O, bir çukurun içine konuşlanmış; sonbaharın bile kış gibi yaşandığı, ilkbahar ve yazı sadece dört ay kadar olan bir kasabanın küçük, inatçı ve kabına sığmayan bir çocuğu idi. Kendisi, kasabanın tam ortasından akan ırmak gibi mutlaka denize ulaşmak istiyordu. Çünkü onun için deniz; filmlerde seyrettiği sonsuzluk demekti. Onun için sonsuzluk; çalışırsa, sabredilirse mutlaka ulaşılabilen bir şeydi. O sonsuzluğu; olanakların sonsuzluğu olarak hayal ediyordu küçücük beyninde. Ona göre olanakların sonsuz olduğu yer ise İstanbul’dan başka bir yer değildi. İstanbul; herkesi kucaklayan, tartan, şımartan, haddini bildiren, erişemeyenlere sonsuzluk kadar uzak, erişenlerin pek de kıymetini bilemediği olanaklarla dolu koskocaman bir şehirdi. Mehmet, annesine söz vermişti. Şayet annesi olanakların şehrine gönderirse,başarılması olanaksız gibi görüneni başarabilineceğini annesine kanıtlayabilirdi. Hiç kuşkusuz bunları yaparken; pek çok şeyi özleyeceğini, pek çok şeyi de yaşayamıyacağını biliyordu. En başta da çocukluğunu… O dünyaya çocuk gözlüğü ile bakarken, 'kocaman adam' olmak zorunda olduğunun farkına daha çocuk yaşta varmışta zaten…